Teknolojinin gelişmesiyle birlikte hayatımızda daha çok yer almaya başlayan internet her geçen gün bizleri kendine esir etmekte ve bizi gündelik hayattan uzaklaştırmaktadır. Özellikle eşlerin internette fazla vakit geçirmeleri evlilikte problemler meydana getirmekte ve aile hayatının mutsuzluk kapılarını aralamaktadır.
Araştırmalarım ve gözlemlerim doğrultusunda edindiğim bilgiler bir grup eşler bu durumdan şikayetçi iken diğer grup memnun görünmektedir.
-Eşim benimle ilgilenmiyor, acaba eşim beni internette bir başkasıyla mı aldatıyor?
-İkinci plana atılıyorum
-Beni bilgisayarın başındayken hizmetçi gibi kullanıyor
-Kendimi değersiz hissediyorum
-Eşim evdeki sorumluluklarını yerine getirmiyor, çocuklarla ilgilenmiyor
derken
bu durumdan memnun olan grup:
Hangi nedenle olursa olsun bilgisayar başında fazla vakit geçirmek aile hayatı açısından kabul edilebilir olmadığı gibi bizi gündelik hayattan uzaklaştırıp, sosyal ilişkilerimizde, ev hayatımızda, iş hayatımızda ciddi problemlerle karşı karşıya bırakabilmektedir. Bu problemlerin en önemlilerinden biri eşlerin birbirlerinden uzaklaşması ve zamanla tamamen kopma aşamasına gelmesidir. Sanal dünyada fazla vakit geçiren eşler birbirleri ile iletişim kurmakta zorlanmakta, birbirlerini anlayamadıkları gerekçesiyle farklı ilişkilere yönelebilmekte ve bu durum boşanmalara kadar varabilmektedir.
-Beni bilgisayarın başındayken hizmetçi gibi kullanıyor
-Kendimi değersiz hissediyorum
-Eşim evdeki sorumluluklarını yerine getirmiyor, çocuklarla ilgilenmiyor
derken
bu durumdan memnun olan grup:
-Dışarıda arkadaşları ile vakit geçireceğine evde bilgisayarın başında vakit geçirmesi daha iyidir.
-Eşimle birlikte oyun oynuyoruz ve bu çok keyifli oluyor.
-Bilgisayar başında vakit geçirmesi en doğal hakkı, stres atıyor.
-Eşim bilgisayarın başındayken işlerime daha az karışıyor.
şeklinde yorumlarda bulunabiliyor.
-Bilgisayar başında vakit geçirmesi en doğal hakkı, stres atıyor.
-Eşim bilgisayarın başındayken işlerime daha az karışıyor.
şeklinde yorumlarda bulunabiliyor.
Eşiniz ne zaman bilgisayar bağımlısı sayılır?
Bu sorunun cevabı aslında çok nettir. Mesleği gereği interneti çok kullananlar dışında eğer kişi gündelik hayatı aksatacak, sorumluluklarını yerine getiremeyecek, sosyal ve aile ilişkilerinde problem yaratacak kadar bilgisayar başında vakit geçiriyorsa bağımlı demektir.
Eşler internet bağımlılığından nasıl kurtulabilir?
Eşler ilk önce internet bağımlısı olduğunun farkında olmalı ve bu durumu kabullenmelidir. Sonrasında konu hakkında karşılıklı konuşarak sorunun nereden kaynaklandığını tespit etmelidir. İnternet bağımlılığının arkasında sizin tahmin edemediğiniz nedenler olabilir. Yalnızlık hissi, hastalık derecesinde oyun oynama isteği, aldatma güdüsü, aşırı şekilde bilgi araştırma isteği, video izleme bağımlılığı gibi daha bir çok örnek verebiliriz. Burada önemli olan, konu hakkında karşılıklı konuşma girişimi başarısız olursa bireylerin sabırlı davranması ve karşı tarafı baskı altına almamasıdır aksi taktirde kişi bağımlılık derecesini arttırabilir ve mutsuzluğa yol açabilecek davranışlar sergileyebilir. Son olarak internet bağımlılığı herkese göre farklı nedenlere dayanabileceğinden tek bir çözüm yöntemi üzerinde yoğunlaşmak doğru değildir. Sorun birlikte çözülemiyor ise ya da eşlerden sadece birinin çaba göstermesi yeterli gelmiyorsa internet bağımlısı olan eş mutlaka ikna edilmeli ve uzman bir doktordan destek alınmalıdır.
2004 yılında kurulduğundan beri hayatımızda önemli bir yer edinmiş olan Facebook 1 milyarı geçen kullanıcı sayısı ile her geçen gün çığ gibi büyümekte ve sosyal paylaşım ağları içerisindeki vazgeçilmezliğini korumaktadır. Facebook'un bilinen faydalarının yanında sosyologların da tartışma konusu olan birçok zararı mevcuttur ama ben herkesin bunları az çok bildiğini varsayarak sadece Facebook'un insanlar üzerinde oluşturduğu kıskançlığa değinmek istiyorum.
Kıskançlık duygusunun insanlarda neden var olduğu ve hangi durumlarda ortaya çıktığını sizler de inanıyorum ki en az benim kadar merak etmişsinizdir. Kıskançlık bir kimsenin üstünlük gösterdiğinde ya da sevilen birisinin başkası ile ilgilendiği inancına varıldığında takınılan karmaşık ve olumsuz ruhsal bir tutumdur.
Bu Tutumun Facebook İle Ne İlgisi Var?
Almanya'da Berlin Humbold ve Darmstadt Teknik Üniversitesinde yapılan bir araştırmaya göre 600 Facebook kullanıcısı arasında her üç kişiden birinin kendini Facebook'ta geçirdiği süre boyunca veya sonrasında yorgun, yalnız, üzgün ve memnuniyetsiz hissetmektedir.
Araştırmacılar bu durumun en büyük nedeninin kullanıcıların, arkadaşlarının Facebook sayfalarında görmüş olduğu olumlu haberlerden kaynaklandığını ileri sürmektedir. Uzmanlara göre kullanıcılar, Facebook üzerinden diğer kişilerle ilgili daha fazla bilgiye sahip olabilmekte ve kendine benzeyen diğer insanlarla kıyaslama yapabilmektedir.
En Fazla Kıskançlık Tatil Fotoğraflarında
Yine Darmstadt Teknik Üniversitesi'ndeki bir uzmana göre insanlar Facebook'ta ki arkadaşlarının en çok tatil fotoğraflarını kıskanmaktadır. Kullanıcılar insanların olumlu iletilerini gördüklerinde kendilerini değersiz hissetmekte ve ardından kendileri de olumlu, abartılı veya gerçek olmayan yorumlar yazma eğilimine girmektedir. Gerçek olmayan ve sanal olan bu yorumlar ise diğer insanların da kıskançlık duygularını harekete geçirmekte ve kullanıcıları bir kıskançlık döngüsü içerisine itmektedir.
Peki Bu Döngüden Nasıl Çıkabiliriz?
Konuyla ilgili tavsiyelere geçmeden önce herkesin bu konuyla ilgili bir öz eleştiri yapmasını tavsiye ediyorum. Biz fark etmesek de bizi zaman zaman mutsuz eden bu duyguları yönetebilmek tamamen bizim elimizde.Tavsiyeler:
- Facebook hayatınızda bir yaşam tarzı olmamalı.
- Facebook'ta geçirdiğiniz süreye dikkat etmelisiniz.Ne kadar fazla vakit geçirirseniz günlük hayatımızdaki sosyal faaliyetlerden uzaklaşarak çevrenizde bulunan herkese göre daha mutsuz bir hayatınız olduğu hissine kapılabilirsiniz.
- İnsanlar doğası gereği kıyaslama eğilimindedir ama şunu asla unutmayın;sizin yaşadığınız mutlu bir an ile başkalarının ki aynı zamanlarda olmayabilir.Birileri güzel bir anısını paylaştığında siz belki zor günler geçiriyor olabilirsiniz.
- Moraliniz bozuk olduğunda Facebook'tan uzak durmayı deneyin. Mutluluklarla dolu olan bir platformda yer almak sizi daha çok üzebilir.
- Hiç kimseyle yarış içerisine girmeyin, çünkü bu yarışın bir galibi olmadığı gibi bir kaybedeni de yoktur.Herkesin hayatı kendine özel ve kendine güzeldir.
Son söz:
İnsanların uzun süredir görüşmediği yakınlarına ulaşabileceği, herkesle paylaşımda bulunabileceği ve kontrollü kullanıldığında hoşça vakit geçirebileceği yararlı sosyal paylaşım sitesi olan Facebook, kontrolü kaybettiğimiz anda hayat kalitemizi ve ruh sağlığımızı aynı oranda olumsuz yönde etkileyebilmekte ve bizi mutsuz edebilmektedir. Facebook'ta iyi vakitler geçirmenizi diliyorum.
Bugüne kadar yediniz ve mantıklı olarak yedikçe kilo aldınız, aynı mantıkla hareket edip şimdi kendinizi aç bırakıp aniden kilo vermek istiyorsunuz.Yemek yemeyi çok azalttınız. Her şey güzel gidiyor kilolarınızdan kurtulduğunuzu görür gibisiniz. Kıyafetleriniz üzerinizde güzel durmaya başladı ve arkadaşlarınız size''sen kilo mu verdin?'' dediklerinde kendinize olan güveniniz arttı. Sonra bir baktınız ki artık dayanamayacak durumdasınız, vücudunuz yorgun,bitkin ve halsiz düşerken bir taraftan da karnınız aç. Hemen karnınızı güzelce doyurup ''ben bu işi yapamıyorum'' dediniz ve sonuç: Sil baştan...
Kilolarından şikayet eden ve kilo vermek isteyen birçok kişi yanlış bir yöntem olan ''kendini aç bırakma'' diyetine girmekte ve kilolarından kurtulduğunu zannederken sonra tekrar başladığı noktaya geri dönmektedir.Özellikle bayanların özel günler (düğünler, balo, tatil vb.) için uyguladığı bu yöntem hem hayat kalitesini düşürmekte hem de kişinin sağlık sorunları yaşamasına neden olabilmektedir.
Eğer sağlıklı ve kalıcı bir sonuç istiyorsanız kalori alımını yavaş yavaş azaltarak ve bu durumu yapacağınız hafif bir sporla destekleyecek şekilde uzun vadede kilo vermenizi öneririm. Aksi taktirde bu kısırdöngünün içerisinde tur atmaktan ileriye gidemessiniz. Sağlıkla kalın...
anasayfa
anasayfa
Son zamanlarda dikkatle gözlemlediğim bu konunun tüm anne-babaları yakından ilgilendirdiğini düşünüyorum. Tüm uyarılara rağmen çocuklarına kanser riski taşıyan sağlıksız ve kalitesiz ürünler satın alan anne-babaları gördükçe toplum olarak çocuklarımıza değer vermediğimiz kanaatine varıyorum. Konu ile ilgili sağlık kuruluşları çalışmalarına her geçen gün ağırlık vermekte ve önlemler almaya çalışmaktadır fakat bu çalışmalar maalesef yeterli değildir. Eğitim eksikliği ve ebeveynlerin bilinçlendirilmesi yeterli olmadığından anne-baba olarak bizim de üzerimize düşen görevler var.
Çocuklarınıza daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sunmak istiyorsak işe ilk önce kendimizi geliştirmekle başlayalım, bir ürün satın alırken nelere dikkat etmemiz gerekiyor?
1. Üzerinde hiçbir bilginin bulunmadığı ürünler almayın: Herhangi bir X markası adı altında satılan kimi ürünler üzerinde bilgi olmadığı halde X markasına aitmiş gibi gösterilip satılabilmektedir. Bir yetkiliye ürün bilgisinin neden olmadığı ile ilgili soru sorduğunuzda size markanın X firmasına ait olduğunu söylese dahi inanmayın çünkü bayilik sistemi ile çalışan firmalar bazen kendi inisiyatiflerini kullanarak marka adı altında kar amaçlı sağlıksız ve kalitesiz ürünler satabilmektedir. Kaliteli hiçbir firma ürünlerine bilgi koymayacak kadar amatörce çalışmaz.
2. Ürünlerin üzerindeki barkod ve işaretleri tanıyalım: Herhangi bir ürün alırken işaretlerin ve barkodların ne anlama geldiğini bilirsek işimiz kolaylaşacaktır. Örnekleri gösterecek olursak:
Bu işaret Avrupa Birliğinin, malların serbest dolaşımını sağlayabilmek amacıyla oluşturduğu sağlık ve güvenliği ifade etmektedir.Üzerinde CE işareti bulunan ürünler Avrupa Birliği tarafından insan, hayvan ve çevre açısından sağlıklı ve güvenli kabul edilirler. Bu işaret ile AB üyesi devlet tarafından üretilen bir ürün diğer üye devletin sınırları içerisinde serbest dolaşıma sahip olur. Aksi taktirde bir üründe CE işareti mevcut değilse sadece üretildiği AB ülkesinde satılabilir.
Dikkat!! : Bu işaret kalite standartlarını belirtmediği için ürünlerin üzerinde bulunmak zorunda değildir fakat AB standartlarında sağlık ve güvenlik açısından geniş bir alanda kabul görmüş ürünler satın alma kararı vermeden önce size yol gösterici olabilir.Alacağınız ürün plastikten ise ürünün üzerinde veya ürün bir plastik poşetle paketlenmiş ise paketin üzerinde bulunan işaretlerin anlamlarını bilelim:Dış yüzeydeki oklar geri dönüşümü ifade ederken içerisindeki numaralar geri dönüşüm kollarını ifade etmektedir.
(Polyethylene Terephthalate) : Tek kullanımlık malzeme olarak kabul görür. İçecek şişeleri genelde bu malzemeden imal edilir. Malzeme bulaşık makinesinde yıkanmaya veya fırın gibi çok sıcak ortamlarda kullanıma uygun değildir. Ürünlere zararlı maddeler sızdırmaz fakat tekrar kullanıldığında yeterince temizlenemediği için bakteri üremesine neden olur. Marketlerden satın aldığımız plastik su şişelerini buna örnek gösterebiliriz. Çocuğunuzun beslenme çantalarında bu tip şişeleri tekrar tekrar kullanmanız son derece sağlıksızdır.
(High-Density Polyethylene) : Gıdalarda güvenle kullanılabilmekte olan bir plastik türüdür. Bulaşık makinesinde yıkanabilmekte ve mikrodalga fırınlarda kullanılabilmektedir. Sıcaklık dayanımı 100 derecenin üzerindedir. Kullanım alanları geniştir. Şişe, bidon, varil, beyaz eşyaları bunlara örnek gösterebiliriz.
(Polyvinyl Chloride) : Gıdalarda kullanılmaması gereken bir plastiktir. İçerisinde bulunan maddelerin salınımı söz konusudur. Genelde kapı ve pencerelerde kullanılır.
(Low-Density Polyethylene) : Bu madde gıdalarda kullanıma uygunudur. Bulaşık makinesinde yıkanmasında bir sakınca yoktur. 80 derece sıcaklıkta sürekli 95 derece sıcaklıkta kısa süreliğine kullanılabilmektedir. Plastik 120 dereceden sonra erimeye başlamaktadır. Tepsiler, besin saklama kapları örneklerinden bazılarıdır.
(Polietilen) : Bulaşık makinesi ve mikrodalga fırınlarda kullanıma uygundur. PE olarakta bilinmektedir. Kaplar, mutfak gereçleri, ambalaj filmi ve oyuncakları örnek olarak verebiliriz. En güvenilir plastik olarak kabul edilmektedir. Gıdalara herhangi bir madde geçirmezler.
(Polystyrene) : Bu plastik türü gıdalarla birlikte asla kullanılmamalıdır. Genelde köpük diye tabir ettiğimiz bir malzeme yapısına sahiptir. İçerisinde kanserojen madde içeren bu plastik; köpük bardaklar, köpük tabaklar bazen de tabildot yemekler için kullanılmaktadır. Maksimum sıcaklık dayanıklılığı 70 derece olan bu plastik türünün içerisinde bulunan maddeler gıdalara rahatlıkla geçebilmektedir.
İlk saydığımız plastiklerin dışındakileri ifade eder. Güvenli ve sağlıklı olup olmadığı kesin değildir. Kullanmamanız tavsiye edilir.
Yeşil nokta: AB direktiflerine uygun geri dönüşümü ifade eder. Yeşil noktaya üye olan işletmeler geri dönüşüm sistemi için bu kuruluşa maddi destek sağlarlar ve bunun sayesinde işletmelerine prestij katarlar. Bu işaretin olduğu ürünleri güvenle alabilirsiniz.
Not: Gıdalarla ilgili bir ürün satın alacağınız zaman her işareti ayrı ayrı hatırlayamıyorsanız numaralardan yola çıkabilirsiniz. 1, 2, 4, 5 no lu işaretli ürünleri tercih etmenizde bir sakınca yok iken.3, 6 ve 7 numaralarından uzak durmalısınız.
3. Çin'den ithal edilen ürünlere dikkat edelim: Çin'den ithal edilen her ürüne kanserojen madde içeriyor ve sağlığa zararlıdır diyemeyiz fakat yine de satın almadan önce ürünle ilgili mutlaka ön araştırma yapmalıyız. Bir çok firma ürünlerini Çin'de fason imalat yoluyla ürettirip ülkelerinde pazarlamaktadır. Bizim dikkat etmemiz gereken kriterlerden biri ürünü satın alacağımız firmanın bize verdiği güvendir. Firma kalite standartlarına uygun çalışıyorsa güvenle satın alabiliriz.
Bir ürünün Çin malı olup olmadığını nasıl anlarız?
- Ürünün üzerinde ''Made in P.R.C'' yada ''Made in China'' yazar. (yukarıda bahsetmiş olduğumuz ''CE'' işaretini kimi ithalatçılar kötüye kullanabiliyorlar. ''China Export'' yani ''çin'den ithal'' yazısının baş harflerini alarak sanki AB dolaşım direktiflerine uygun ürünmüş gibi gösterebiliyorlar ve biz ''CE'' sağlık ve güvenliği işaretli zannettiğimiz ürün maalesef çin malı çıkmış olabiliyor.)
- Ürünün üzerinde barkod dışında herhangi bir ürün yer almıyorsa barkod numaralarına bakabiliriz.
Ülke kodu: Ürünün üretildiği yeri ifade eder. Türkiye'nin kodu 869 iken Çin'in kodu 690 ve 692 tır.
Firma kodu: Hangi firma tarafından üretildiğini ifade eder
Ürün kodu: Firmada üretilen ürünü tanımlayan koddur. Bu kod Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) tarafından verilmektedir.
Kontrol kodu: Baştaki barkod numaralarının yanlış hesaplanmasını engelleyen bir kontrol kodu.
- Ürünün fiyatı emsallerinin çok çok altında ise kesin olmamakla beraber Çin üretimi olma olasılığı yüksektir.
4. Ürünün kalite standartlarına uygun olup olmadığını kontrol edelim: Çoğu anne-baba yiyecek-içecek alırken ürünlerin markalarına veya kalite onayından geçip geçmediğine bakmadan çocuklarının istediği ürünleri kolaylıkla satın alabilmektedir. Kaliteli bir ürün kaliteli beslenme ve kaliteli bir yaşam demektir. Kalite ile ilgili aktaracağım birkaç bilgi size ürün alırken yardımcı olacaktır.
- İSO22000 : Bu işareti gördüğünüz ürünler uzmanlar tarafından geliştirilmiş uluslararası kabul görmüş bir standarttadır. Gıda güvenliği ve beraberinde birçok sağlık standartı taşımasından dolayı bu standarda sahip ürünleri gönül rahatlığı ile tüketebilirsiniz.
- İSO9001: Doğrudan ürünle ilgili bir standart değildir. Özetle, işletmenin müşteriyi memnun ettiğini ve bu memnuniyeti arttırıcı faaliyete bulunduğunu belgeleyen bir standarttır. Ürün alırken bu standartı görmeniz daha kaliteli ürünler almanıza yardımcı olacaktır.
- TSE: Bu işareti gördüğünüz ürünler Türk standartlarına uygunluğu göstermektedir. Her üründe bulunabilmektedir. TSE almış ürünleri de gönül rahatlığı ile tüketebilirsiniz.
5. Satın almak istediğiniz ürünlerin işletme kayıt numarasının olup olmadığına dikkat edin: Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tüm işletmelere ''İşletme kayıt numarası'' alma zorunluluğu getirmiştir. Almak istediğiniz ürünün üzerinde ''TR'' ile başlayan işletme kayıt numarasının olup olmadığına mutlaka dikkat edin.
Son olarak da bir ürün satın alma sırasında eğer ürünle ilgili ya da firma ile ilgili şüpheleriniz var ise mutlaka ilgili makamlara şikayette bulunun.Siz ürünü satın almaktan vazgeçerek çocuğunuzu koruma altına almış olabilirsiniz ama tüm çocuklar bizim geleceğimizdir ve geleceğimize sahip çıkmak hepimizin görevidir.
UNUTMAYIN!ÇOCUKLARIMIZIN GELİŞİMİ KENDİMİZİ GELİŞTİRMEKTEN GEÇER.ÖĞRENELİM,BİLİNÇLENELİM;ÖĞRETELİM,BİLİNÇLENDİRELİM.
Not:Yazımı faydalı buldunuzmu?Nasıl bir sanatçının ödülü alkış ise Blog yazarının ödülü de yorumdur.Yorumlarınızı bekliyorum.
Fazla kilolar... Birçoğumuzun kurtulmak istediği yağ kütleleri... Ne kadar mutsuz edebiliyor bizleri değil mi? Bazen hayatın anlamını değiştiriyor bazen de kelimelerin sözlükteki karşılıklarını... Aynalar, en büyük düşman; kıyafetlerse fazlalıklarımızı gizleyen bez parçaları... Yemek, vazgeçmeye çalıştığımız bir sevgili, aşk ise birçok kişinin karşısına çıkmasını beklediği bir ''an'' iken sadece içinde kendimizin oynadığını hayal ettiğimiz bir film sahnesi....
Birçok planımız vardır zayıflamayla ilgili. Televizyonda veya dergilerde zayıf bir manken gördüğümüzde hemen Google'da ''kilo vermenin yolları'' diye aratırız veya bir sporcu gördüğümüzde klavyemiz ''fitness salonları'' diye tuşlanır. Birçok insanın bu psikolojiyi yaşarken kendine çareler arıyor olması kadar doğal bir sonuç yoktur elbette ama bilinçsizce yapılan bu araştırmalar kimi zaman geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilir.
Bilinçli hareket edin!
Günümüzün global sorunu ''fazla kilolar'' her geçen gün artmakta , insanların ruhsal ve sağlık sorunu yaşamasına neden olmaktadır. Durum böyle olunca bir taraftan diyetisyenler zayıflama ile ilgili önerilerde bulunurken diğer taraftan pazarlama firmaları zayıflama ürünlerini bize nasıl pazarlayabileceklerinin matematiğini yapmaktadır.
Birbirleriyle savaşan bu iki uzman grubunun arasında kalanlar ise fazla kilo sorunu yaşayan bizler oluyoruz .Her gün gazetelerden, haberlerden zayıflama ile ilgili yüzlerce diyet listeleriyle zayıflama ürünlerinin reklamlarıyla karşılaşıyoruz. Ducan diyetinden tutun Pamela Anderson diyetine kadar herkese uygun olmayan birçok diyet listesi tavsiye ediyorlar. Dolayısıyla kafası karışan bizler birini uygulamaya başlarken diğerine geçiyoruz ve sonuç başarısız bir diyet ve sağlık sorunları.... Sonrasında aklımız daha çok karışıyor ve diyet yapmaktan vazgeçip doğal bir yöntem olmayan zayıflama ürünlerine yönelebiliyoruz. O da sonuç vermeyince düzensiz ve aşırı yeme alışkanlığı yine bizim kabusumuz olmaya devam ediyor. Fazla kilo problemi yaşayan insanlara yönelik bu girişimler elbette kötülenecek bir durum değil fakat gözden kaçan çok önemli bir konu var ki o da kilo vermenin aslında kişisel bir eylem olduğu ve her diyet programının bize uygun olmadığıdır. Daha bilinçli olabilmemiz adına konu ile ilgili siz değerli okuyuculara bir kaç tavsiyede bulunmak istiyorum:- Kilo vermeye internetten, televizyondan veya dergilerden bulduğunuz rastgele diyet listeleri ile başlamayın.
- Kilo vermek için sizi aç bırakan diyetlerden uzak durun.Bu zayıflama yöntemleri size ileride hem fazla kilo hem de sağlık sorunları olarak geri dönebilir.
- Bilmediğiniz veya size tavsiye edilen zayıflama ürünlerine yönelmeyin.
- Kendinizi uygun olmayan spor programlarından uzak durun.Yoksa hayat kalitenizi düşüren rahatsızlıklar ya da sakatlıklar yaşayabilirsiniz.
- Zayıflama ürünü reklamı yapan her doktorun reklamlarına inanmayın(doktorların videolarını kullanarak sahte reklam veren bir çok firma var,bu durumdan doktorlar da mağdur olabilmektedir)
- Kendinizi kimseyle kıyaslamamayı öğrenin(bu durum sizde alışkanlık yapar,ve reklamlarda gördüğünüz kişiler sizi etki altına alabilir)
Kendiniz bir diyet uygulayamıyorsanız mutlaka bir diyetisyene başvurun,diyetisyenler bu işte uzman kişilerdir ve size en doğru diyet programını hazırlayarak sağlıklı kilo vermeniz için eğitim almışlardır.
Bu yazımda, günümüzde sık görülen ve hayat kalitemizi oldukça etkileyen bel fıtığından bahsetmek istiyorum. Sevgili eşimin de bel fıtığı rahatsızlığı yaşamasından dolayı uzun zamandır yapmış olduğum araştırmalar sonucunda edindiğim bilgilerden siz değerli okuyucuların da faydalanmasını temenni ediyorum. Herkesin rahatlıkla anlayabilmesi için mümkün olduğu kadar sade bir dil kullanarak ve bir çok uzman doktorun bilgilerinden faydalanarak hazırladığım bu yazı bir derleme niteliğindedir. Öncelikle bel fıtığı nedir, kimlerde daha çok görülür ve belirtileri nelerdir? Bunlar üzerinde duralım.
Bel fıtığı nedir?
Omurgamızı oluşturan 5 adet omurun arasında kıkırdak diye tanımlanan diskler, omurların arasında oluşan basıncın dengeli bir şekilde yayılmasını ve darbelerin emilmesini sağlar diğer bir ifade ile iki omur arasında yastık görevi görür. Disklerin içerisinde yumuşak bir sıvı ve dışında sert bir tabaka mevcutdur. Disklerin içerisindeki bu sıvının sert tabakadan dışarı kayması (yani fıtıklaşması) ve kaydığı yerdeki bacaklarımıza giden sinir köklerine baskı yapması sonucu belimizde ağrılar ve bacaklarımızda uyuşmalar meydana getiren bu rahatsızlığa bel fıtığı diyoruz.
Bel fıtığı kimlerde görülür?
Bel fıtığı genelde 35-50 yaş grubu arasında yaygınken risk durumları fazla olan her kişide görülme ihtimali vardır. Bu risk durumlarından:
- Hareketsiz yaşam tarzı
- Uzun süre oturarak çalışmak
- Ağır ve ani yük kaldırmak
- Obezite sorunu yaşamak
- Uzun süre araç kullanmak(şoförlerde)
- Sürekli ayakta durarak çalışmak(öğretmenlerde)
- Ev işlerinde ağır iş yapılması
- Belin anatomisine ters hareketlerde bulunmak
- Zorlayıcı güç gerektiren spor yapmak (halter kaldırma,güreş sporu gibi..)
- Kalıtsal faktörler
bunlardan bazılarıdır.
Bel fıtığı rahatsızlığının her kişinin vücut yapısına göre değişebileceğini unutmamak gerekir. Örneğin, 5 kg yük kaldıran biri bel fıtığı olabileceği gibi 30 kg yük kaldıran biri bunu zorlanmadan yapabilir. Bu durumu çok dikkate almadan biz yine de belimizin en hassas şekilde olduğunu varsayarak korumamız daha iyi olacaktır.
Bel fıtığı belirtileri nelerdir?
- Bel ve bacaklara vuran ağrı(tek bacak veya çift bacak)
- Yürümede ve oturmada güçlük çekme
- Ayaklarda uyuşma
- Hareketlerinizde kısıtlanma
- Yürürken topallama
İlerlemiş bel fıtığı belirtileri:
- İktidarsızlık
- İdrar tutamama
- Yürüyememe
- Bacakları hissetmeme
- Büyük abdest sırasında zorluk çekme
Bel fıtığı tedavi yöntemleri nelerdir?
Bel fıtığı halk arasında sık konuşulan ve insanların birbirlerine sıkça tedavi önerileri sunduğu bir hastalık olduğundan hastalar bir uzmana başvurmaktansa öncelikle ilkel tedavi yöntemlerini denemektedir. ''Bizim köyde bir kişi var bel fıtığını yerine oturtuyor'' , ''Bizim bir tanıdık, masöre sakat olarak gitmiş sonrasında eve koşarak dönmüş'', ''Belinize balık veya sülük koyun iki hafta sonra hiçbir şeyiniz kalmaz'' şeklindeki öneriler son derece yanlış olmakla birlikte hastalığın ilerlemesine de neden olabilmektedir. Halkımız ilk önce uzman kişilere başvurması gerekirken modern tıp yöntemlerini en sona bırakabilmektedir.
Tedavi yöntemleri her bel fıtığı hastalığına göre farklılık göstermektedir. Doktorunuz teşhis koyduktan sonra hastalığınızın safhasına göre en uygun tedavi yöntemini önerir.
Hastalık başlangıç aşamasında ise:
- Hastaya kas gevşetici ve ağrı kesici ilaçlarla tedavi uygulanır.
- Yatak istirahati verilir.
- Hastanın belini zorlayıcı hareketlerden uzak durması önerilir.
Bunlara ek olarak yattığı zeminin bel anatomisine uygun olması gerekir (yattığı zeminde belinin altı boş kalmamalıdır,desteklenmelidir) , belini sıcak tutmaya çalışmalıdır, bir yük kaldıracağı zaman doğrudan belinden değil dizlerinden destek alarak kaldırması gerekir, yüksekten bir eşya indireceği zaman yükseklik omzunun üzerinde olmamalıdır. Bir cismi alırken cisimle aramızdaki mesafenin uzak olmaması gerekir. Oturma pozisyonunuzun dik olmasına dikkat etmemiz gerekir.
Altın Öneri : Bir hareket yaparken veya yük kaldırırken yavaş hareket edin böylelikle belinize yük binip binmediğini test etme imkanınız olur ve hangi hareketi yapıp yapamayacağınızı hangi eşyayı kaldırıp kaldıramayacağınızı kendiniz belirleyebilirsiniz aksi taktirde ani hareketlerde kendinizi test edebilmek için zamanınız kalmamış olduğundan bel fıtığı rahatsızlığı aniden meydana gelebilir veya var olan hastalığın safhası ileri safhaya taşınmış olabilir.
Hastalık ilerlemiş ise:
Hastanın şikayetlerine ilk aşama tedavisi cevap vermiyorsa doktorunuz tarafından uzman kontrolünde fizik tedavisi uygulanabilir.
Cerrahi müdahale gerektiren durumlar:
Hastaya tüm tedavi yöntemleri uygulandıktan sonra tedaviler cevap vermemiş ise (idrarını tutamama, ağır sinir zedelenmesi, bacak ve ayaklarda his kaybı gibi) hastalığın ileri seviyede olduğu anlamına gelebilir. Burada dikkat edilmesi gereken konu cerrahi müdahale en son seçenek olmalıdır ve bu yöntem hastanın tercihine bırakılmalıdır. Kimi uzmanlar bu yöntemi ilk safhada önerebilmektedir, böyle bir durumda hastanın birkaç uzman doktorun görüşünü aldıktan sonra karar vermesi daha doğru olacaktır.
Cerrahi yöntemler:
Klasik yöntem: Bu yöntemde genel anastezi altında belde 4-5 cm bir açıktan fıtığa ulaşılır ve sinire baskı yapan disk bölgesi çıkarılır. Günümüzde bu yöntem pek kullanılmamaktadır.
Microcerrahi yöntemi diğer adıyla Microdiskektomi: 1.5-2 cm lik küçük bir kesik ile bölgeye mikroskopikler ile müdahele edilmektedir. Müdahele sonrası hasta normal yaşantısına daha kısa zamanda geri dönebilmektedir.Yöntemde risk klasik yönteme göre daha azdır.
Endoscopik yöntem:Belde yapılan küçük kesiden içeri sokulan bir tüp içerisinden ameliyatın gerçekleştirilmesidir.
Diğer yöntemler:
Ozon tedavisi: Bel-Boyun fıtıklarında hem baskıyı azaltmak hem de inflamasyonu düzeltmek için uygulanan %99'u oksijenden elde edilen bir gaz olan ozon, birçok hastalığın tedavisinde kullanılan aktif oksijenle önemli bir tedavi yöntemidir. Günümüzde iki farklı şekilde uygulanmaktadır.
1) Ozon diskektomi (Diskoliz): Ameliyathane şartlarında görüntüleme cihazlarıyla birlikte fıtığa neden olan diskin içine bir ya da birden fazla tekrarlanarak uygulanan, narkoz gerektirmeyen, yan etkisi olmayan yaklaşık 10 dakika süren risksiz bir tedavi yöntemidir.
2) Diskosan: Poliklinik koşullarında fıtığa neden olan disk çevresinde belin iki yanına olmak üzere 5 santim derine çok ince bir dental iğneyle 10 cc kadar ozon enjekte edilerek 12 ya da 14 seans aralıksız uygulanması gereken tedavi yöntemidir.
Manipülasyon (Manuel Terapi) : Uzman doktorlarca elle bastırma, döndürme, germe gibi teknikler kullanılarak hafif-orta-ileri derece de fıtığa göre seans sayısı ayarlanabilen, kişiye özel tedavi metodu uygulanarak %98 başarı sağlayan alternatif tıp ve masajla alakası bulunmayan tedavi yöntemidir.
Önemli not: Yazıda bahsedilmiş olan tedavi yöntemleri öneri değil bilgi niteliğindedir.En doğru tedavi yöntemi için doktorunuzdan bilgi alınız.
anasayfa
anasayfa
Ne zaman güleriz? Fıkralar dinlediğimizde, komik görseller gördüğümüzde, birilerinin sakarlık yapması durumunda,sıradışı sesler duyduğumuzda, mutlu anlar yaşadığımızda bazen de en kötü günlerimizde... daha bir çok örnek sıralayabiliriz ama zamana göre farklılıklar gösteren gülme davranışı toplumdan
topluma değişse de aslında bireysel bir eylemdir ve bulaşıcıdır.
Gülme hastalığı nasıl bulaşır?
Biz gülerken fark etmesek de komik zannettiğimiz olaylara güldüğümüzü düşünürüz. Oysa ki olayı komikleştiren insanın kendisidir. Yani gülme eylemi herhangi bir olay olmadığı durumlarda bile gerçekleşebilen bir davranıştır. Sadece birbirimize bakıp güldüğümüz zamanlar çok olmuştur. Bu çerçevede düşünürsek gülmeyi, virüs gibi yayılan ve bulaşan bir hastalık olarak düşünebiliriz. Lütfen toplumsal bir deney olan bu videoyu izleyiniz, göreceksiniz ki siz bile videoyu izlerken bu deneyin bir parçası olacaksınız.
Dikkat,gülme hastalığı dünyaya bulaşıyor!!!
İletişim araçlarının günümüzde hızla gelişme göstermesi dünyadaki insanların birbirlerini daha yakından tanımasını ve hızla iletişime geçmesini kolaylaştırmaktadır. Sosyal ağlar, televizyon ve radyo bunların başlıca örneklerindendir. Teknolojinin bu kadar gelişmesi artık gülme kültürünün sınırlarını genişletmiş ve dünyaya bulaşmıştır. Toplumlar arasındaki gülme kültüründeki farklılıklar da hızla kalkmaya başlamıştır. İş hayatı, sorumluluklar ve günlük stresin dünya çapında kronik şekilde artmasına karşılık gülme hastalığının da hızla yayılıyor olması teknolojinin bize sağladığı faydalardandır. Bu bulaşıcı hastalığın tüm dünyayı sarmasını ve sizin de bu hastalığın bir parçası olmanızı ümit ediyorum.
Gülmek bu kadar bulaşıcıyken biz neden gülmüyoruz?
Her gün sabah uyandığınızda güne gülerek başlamanızı söylesem bunu yapabilir misiniz? Bir çok uzman belirli tavsiyelerde bulunmuştur elbette. Bir çok madde halinde size bunları nasıl yapabileceğiniz anlatılmıştır. Bu maddeleri hep okuruz ama nedense hiç akılda kalıcı olmazlar. Bir anlık bir hevesle başladığımız gülme terapisini bir kaç gün sonra rafa kaldırmışızdır. Ama ben size her gün gülmeniz için maddeler sıralamayacağım.
Siz de gülme hastalığının bir parçası olmak ister misiniz?
Sizinle bir oyun oynayalım. gülmeyi bir silah olarak görün ve karşınızdaki kişileri birer düşman. Her gün sabah uyandığınız andan itibaren ilk gördüğünüz kişiden başlayıp onları silahınızı kullanarak güldürmeye çalışın. Her güldürdüğünüz kişi size bu oyunda bir puan olarak geri dönsün. Sonunda siz de gülme hastalığına yakalandığınızda oyunu kazanmış olacaksınız. Her gün kazandığınız bu oyun sizin mutluluğunuza mutluluk katacağı gibi çevrenizdeki insanları da mutlu edecektir.